Evlilik Bir Son mu, Bir Başlangıç mı?
“Evlilik bir sonmuş gibi davranmak”…
“Sevgililiği evlilikle taçlandırmak ya da şahlandırmak”…
Bu gibi düşünceler hayatımızda ne kadar çok yer tutuyor, öyle değil mi?
Oysa aşk ve sevgi gibi duygular gerçekten bir “taçlandırmaya” ihtiyaç duyar mı? Farkında olmadan, duygularımızın sona ermesine biz mi sebep oluyoruz? Bu sorunun cevabı belki evet, belki de hayır.
Elbette evliliğe karşı değiliz. Ancak toplum olarak evliliğe yüklediğimiz anlamlar çoğu zaman oldukça abartılı olabiliyor. Pek çoğumuza göre aşkın ve sevginin ispatı ancak evlilikle mümkün olabilir; duygular, sadece evlilikle en yüksek noktaya ulaşabilir gibi düşünülüyor.
Duygusal Yatırım Ne Kadar Büyükse, Ayrılmak da O Kadar Zor
Bir partnere, bir arkadaşa ya da sevdiğimiz herhangi birine yaptığımız duygusal yatırım ne kadar fazlaysa, o ilişkiden kopmak da bir o kadar zor oluyor. Evlilikler de bu duygusal yatırımların bir devamı niteliğinde değerlendirilebilir. Yatırım büyüdükçe, sona yaklaşmak daha zor hale gelir.
“Saçımı süpürge ettim”,
“Yıllarımı verdim”,
“Sevmeseydik evlenmezdik”,
“Bana evlilik teklif etti, demek ki çok seviyor”…
Gibi düşünceler aslında evliliğe yüklediğimiz anlamların birer yansıması. Oysa evlilik hiç konuşulmamış bir ilişkide sevgi daha az mıdır? Evlilik düşünmeyen çiftler daha az mı mutludur? Belki de aşk dediğimiz şey, bir sonla değil; belirsiz bir akış içinde daha doğal yaşanabilir.
Toplumsal Baskılar ve Zorlanarak Girilen İlişkiler
Bazı toplumlarda, özellikle bizim kültürümüzde, evlilik fikri çocukluk döneminden itibaren zihinlere yerleştirilir. Zamanla aile, akraba, mahalle gibi çevresel baskılarla bireyler evliliğe yönlendirilir. Çiftler bu baskı ortamında ilişki yürütmeye çalışırken, çoğu zaman hazır olmadan kendilerini bir evlilik hazırlığında bulur. Bu da hem bireyleri hem de ilişkileri yıpratır.
Evlilik Hazırlığı, Bazen Evliliği Yıpratır
Hazırlıklar başladığında çoğu çift, kendisini değil; çevresindekileri memnun etme telaşına düşer. O dönemde yaşanan duygusal ihmal, ilerleyen yıllarda anlaşmazlıkların kaynağı olabilir.
“İlk kez evleniyoruz, her şey eksiksiz olmalı” baskısıyla romantik bağlar zarar görebilir.
Oysa bu süreci zorunluluklar zinciri olarak değil; sade, keyifli, çiftin kendi dinamiklerine göre yaşaması ilişkideki bağın daha güçlü kurulmasına olanak tanır.
İlişki, Kurallar Üzerinden Değil Bağ Üzerinden Yürümeli
Çiftler, evliliği bir görev ya da zorunluluk gibi değil; birbirini anlamak ve birlikte büyümek olarak görmelidir. Meli-malı’larla dolu bir sürecin yerine, “bize iyi gelen ne?” sorusuna cevap aramak çok daha sağlıklı sonuçlar doğurur. Hazırlık dönemlerini birbirini dinleyerek ve anlayarak geçiren çiftlerin daha sonra bu dönemi gülümseyerek hatırladıkları görülür. Çünkü bu şekilde ilerleyen ilişkiler daha az yıpranır.
İfade Edilemeyen Hayal Kırıklıkları Geleceği Etkileyebilir
Bazı kişiler, geçmişte yaşadıkları hayal kırıklıklarını, duygusal olarak anlaşılmamış hissettiklerini uzun süre içlerinde taşır. Bu bastırılan duygular, ilerleyen zamanlarda ilişkide farklı alanlarda tekrar tetiklenebilir. Biten ilişkiler, çoğunlukla bu “bitmemiş işlerle” başlar.
Evliliğe adım atan bireyler, sanki hayatlarına bir mucize girecekmiş gibi beklenti içinde olabilirler. Ancak evlilik; kararlılık, emek ve gerçek bir bağ kurma sürecidir. Bu sürece sağlıklı bir şekilde girmek için, geçmiş yüklerden arınmak ve ne için birlikte olunduğunu netleştirmek büyük önem taşır.
Son Söz
Evlilik; bir son değil, duygusal bir yolculuğun farklı bir evresidir. Bu yolculukta beklentiler, toplumsal kalıplar ya da başkalarını mutlu etme çabası yerine, iki bireyin birbirine gerçekten ne verdiği ve nasıl hissettirdiği önemlidir.
Zorunluluklar ve dış etkenler değil; karşılıklı saygı, sevgi ve anlayış, bu yolculuğu sürdürülebilir kılar.